EĞİTİMCİ, ŞAİR, YAZAR TURAN KAYIKÇI'NIN YAZISI: "ÇİÇEK VE ÇOCUK"
3/4/2025
ÇİÇEK VE ÇOCUK
Mimozalar vardı, yeryüzündeki Samanyolu, Çocukların sarı topları. Gelincikler bezerdi yayla yolunda, mor entarili kadınları. Yayla yokuşlu çiğdemler açardı genç kızların döşünde. Karanfiller yanardı, şarkılar gibi, hatırını sorardı insanların. Harika bir gülümseyiş olarak, ceketlerin üst cebine asılırdı.
Güller çalım satardı birbirine. Bayramlıklarını giymiş genç kızlar, renk defilesine çıkardı sanki. Yol kenarında fışkırırdı papatyalar. Büyüdükçe gelin olduklarını sanırdık. Tanımadığı insanları bile otomobiline buyur eden güvenin resmi gibi dururlardı.
Cam güzelleri vardı, emekli öğretmenlerin şiirleri gibi. Ahşap kapıların önündeki meraklı kadınların sırdaşı. Fesleğenler vardı, deniz kabuklarının arkadaşı. Dayanılmaz kokan, dünyanın en güzel parfümü. Atatürk çiçeği vardı, duruşu bile heybetliydi. Orta şekerli balkon sefası. Zakkumlar vardı, güne taze bir “Merhaba”yla başlayan. Kuruması için 2 direk arasına gerilmiş temiz çamaşırlar gibi, mahallenin her yanında.
Menekşeler vardı, mor. Çeyiz sandıklarındaki ipek şal kokusu. Papatyalar vardı, sevdaların mum ışığı. “Seviyor”, “sevmiyor” çıkan fallarda kendimizi kandırdığımız en anlamlı gerçek. Laleler ne çok şeyin sembolüydü. Kasımpatılar, uzaklardan gelen Eylül şarkıları. Leylaklar, cam kavanozlara doldurulmuş şekerler.
Manolyalar, koklanmaya kıyılmayan çocuk gölgesi. Begonviller, elle yazılmış mektup, bir gitar tınısı. Orkideler vardı, Kuğu gölü balesi. Kır çiçekleri açardı, baharda süs cümbüşü olurdu ufuklar ötesi. Daha niceleri, renk renk halaya dururlardı her kuşlu vakti. Çocuklar bulvarında yalnızlık düşleri uzardı kavaklar boyu. Bulutlara asılırdı uçurtmanın teli. Yıldızlarda kalırdı hayal ettikleri ateşin rengi. Dünyayı kuşatırdı, yalansız ve hilafsız konuştukları dilin rengi. Onalar üç renkten gök kuşağına salıncak yaptılar, Savaşlarda ölen tüm dünya çocukları adına.
Bir çiçek nasıl tutulursa en zarif yerinden, çocuklarında öyle tutmalıyız ellerinden. Oysa onları çaresizliğe, sefalete ve karanlığa kurban ettik. Şimdi namussuzluğa ışık tutanlar düzeninde, onları küçücük yaşlarında, bir gecelik fuhuş alışverişine bile itekleyenler var. Birbirine kırdırıyoruz her birini. Bir çiçek nasıl kırılıyorsa en zayıf yerinden …
ÇİÇEK VE ÇOCUK
Mimozalar vardı, yeryüzündeki Samanyolu, Çocukların sarı topları. Gelincikler bezerdi yayla yolunda, mor entarili kadınları. Yayla yokuşlu çiğdemler açardı genç kızların döşünde. Karanfiller yanardı, şarkılar gibi, hatırını sorardı insanların. Harika bir gülümseyiş olarak, ceketlerin üst cebine asılırdı.
Güller çalım satardı birbirine. Bayramlıklarını giymiş genç kızlar, renk defilesine çıkardı sanki. Yol kenarında fışkırırdı papatyalar. Büyüdükçe gelin olduklarını sanırdık. Tanımadığı insanları bile otomobiline buyur eden güvenin resmi gibi dururlardı.
Cam güzelleri vardı, emekli öğretmenlerin şiirleri gibi. Ahşap kapıların önündeki meraklı kadınların sırdaşı. Fesleğenler vardı, deniz kabuklarının arkadaşı. Dayanılmaz kokan, dünyanın en güzel parfümü. Atatürk çiçeği vardı, duruşu bile heybetliydi. Orta şekerli balkon sefası. Zakkumlar vardı, güne taze bir “Merhaba”yla başlayan. Kuruması için 2 direk arasına gerilmiş temiz çamaşırlar gibi, mahallenin her yanında.
Menekşeler vardı, mor. Çeyiz sandıklarındaki ipek şal kokusu. Papatyalar vardı, sevdaların mum ışığı. “Seviyor”, “sevmiyor” çıkan fallarda kendimizi kandırdığımız en anlamlı gerçek. Laleler ne çok şeyin sembolüydü. Kasımpatılar, uzaklardan gelen Eylül şarkıları. Leylaklar, cam kavanozlara doldurulmuş şekerler.
Manolyalar, koklanmaya kıyılmayan çocuk gölgesi. Begonviller, elle yazılmış mektup, bir gitar tınısı. Orkideler vardı, Kuğu gölü balesi. Kır çiçekleri açardı, baharda süs cümbüşü olurdu ufuklar ötesi. Daha niceleri, renk renk halaya dururlardı her kuşlu vakti. Çocuklar bulvarında yalnızlık düşleri uzardı kavaklar boyu. Bulutlara asılırdı uçurtmanın teli. Yıldızlarda kalırdı hayal ettikleri ateşin rengi. Dünyayı kuşatırdı, yalansız ve hilafsız konuştukları dilin rengi. Onalar üç renkten gök kuşağına salıncak yaptılar, Savaşlarda ölen tüm dünya çocukları adına.
Bir çiçek nasıl tutulursa en zarif yerinden, çocuklarında öyle tutmalıyız ellerinden. Oysa onları çaresizliğe, sefalete ve karanlığa kurban ettik. Şimdi namussuzluğa ışık tutanlar düzeninde, onları küçücük yaşlarında, bir gecelik fuhuş alışverişine bile itekleyenler var. Birbirine kırdırıyoruz her birini. Bir çiçek nasıl kırılıyorsa en zayıf yerinden …
DÜŞ İZLEĞİ
Düşümde bohçalı denizler
Çizerim alışamadığım
Yalnızlıklara yol haritası
Bahçemde gülüşen sardunyalar
Pencerede gün düşmesi
Coşkusu kulağımı tırmalayan kuşlar
Çocukların gözlerine güneş
Gamzesine gül damıtırım
Silerler düşlerimi bulutlarda
Boyarım silerler silerim boyarlar
Bir türlü kendimden geçemem
TURAN KAYIKÇI
cinaraltikultursanat@gmail.com